MEME KANSERİNİN ERKEN TEŞHİSİNDE BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI ÇALIŞMALARI UMUT VADEDİYOR

Estrobolom olarak bilinen, bağırsakta bulunan ve östrojen metabolizmasında rolü olan bakterilerle mikrobiyom arasındaki dengenin bozulması meme kanseri oluşması riskini artırabiliyor

Ayşe Balcı Toplu

Kocaeli Üniversitesinde (KOÜ) 22 hastadan alınan örneklerle yapılan çalışmada elde edilen verilere göre meme kanseri ile bağırsak mikrobiyatası arasında bir ilişki olabileceği ve bunun da erken teşhis için umut verici olduğu belirtildi.

Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Rektörü ve Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nuh Zafer Cantürk ile Dr. Mehmet Fatih Özsaray tarafından yapılan çalışmada, meme kanseri ve mikrobiyota ilişkisi incelendi.

“Meme Kanseri Tanısı Alan Olgular ve Barsak Mikrobiyotası ile İlişkinin Prospektif Değerlendirilmesi” adlı araştırma, Prof. Dr. Cantürk danışmanlığında Özsaray tarafından hazırlanan uzmanlık tezinde irdelendi. Çalışmanın sonuçları Breastanbul 2024 Konferansı’nda Cantürk tarafından tebliğ edildi.

Çalışmada, hastalardan alınan patoloji örnekleri ve gaita örnekleri karşılaştırılarak meme kanseri ile mikrobiyota arasındaki ilişki ortaya konulmaya çalışıldı.

Ele alınan örneklerin özellikle tümör ve normal meme dokuları arasında tespit edilen bazı özelliklerin sayısı açısından önemli farklılıklar gösterdiği tespit edilen araştırmada bakterilerin cinsi, familyası ve türü, normal meme dokusu, tümörlü meme dokusu ve dışkı örneklerinden yola çıkılarak ayrı ayrı analiz yapıldı.

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniğine başvurarak meme kanseri hastalığı tanısı alan ve tedavisi yapılan hastalardan alınan 22 örneğin, özellikle tümörlü ve normal meme dokuları arasında tespit edilen bazı özelliklerin sayısı açısından önemli farklılıklar gösterdiği anlaşıldı.

Araştırma kapsamında, izole edilen bakterilerden özellikle 16 cins, 21 aile, 18 türün, tümörlü meme dokusu ile normal meme dokusunda istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı sayılarda bulunduğu tespit edildi.

Bazı bakteri türlerinin, normal meme dokusunda neredeyse hiç bulunmadığı ancak tümörlü meme dokusunda istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu belirlenen araştırmada,  bazı bakteri türlerinin ise normal meme dokusunda tümörlü meme dokusuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla olduğu görüldü.

Cantürk ve Özsaray, yapılan çalışmanın, çeşitli kısıtlılıklarına rağmen, meme kanserinin tanı, takip, tedavi ve tahmininde önemli bilgiler sağlayacağının altını çizdi. Benzer çalışmaların daha geniş hasta gruplarıyla yapılmasının bu konuda daha detaylı bilgiler verebileceğini belirten araştırmacılara göre mikrobiyotanın daha iyi anlaşılması, gelecekte meme kanserinin nasıl önlenebileceği konusunda önemli gelişmelere öncülük edebilir.

Bağırsak mikrobiyotasının bozulması kansere yol açabiliyor

Prof. Dr. Cantürk ve Özsaray, bağırsak mikrobiyotasının, çok sayıda sistemik fonksiyonu olduğunu ve bağışıklık sistemini düzenleyerek hastalığa neden olan mikroorganizmalara ve kanserojenlere karşı koruyucu bir rol üstlendiğini belirtti. Araştırmacılar, bağırsak mikrobiyotasının insan sağlığının korunması açısından kritik bir öneme sahip olduğunun altını çizdi.

Araştırmacılara göre insanlarla ortak bir yaşam sürdüren mikroorganizmalar giderek daha önemli hale geliyor. Bu mikroorganizmaların büyük bir çoğunluğu ise gastrointestinal sistemde (ağızdan anüse kadar olan bütün sindirim organları) bulunuyor. Bağırsak mikrobiyotası çeşitli içsel ve dışsal faktörlere bağlı olarak farklılık gösteriyor. Bunlar; yaş, ırk, diyet, anne kolonizasyonu ve hijyeni, konak genetiği, kimyasal madde/ilaç kullanımı ve antibiyotiklere maruz kalma gibi etmenler. Cantürk ve Özsaray, disbiyoz olarak da nitelendirilen bağırsak mikrobiyomundaki bozulmaların farklı hastalıklara neden olabileceğini ifade etti.

Kocaeli Üniversitesi araştırmacılarına göre yapılan son çalışmalar, meme kanseri olan kadınların mikrobiyotasının sağlıklı kadınlarınkinden farklı olduğunu gösteriyor. Bu araştırmalara göre, estrobolom olarak bilinen, bağırsakta bulunan ve östrojen metabolizmasında rol olan bakterilerle mikrobiyom arasındaki dengenin bozulması meme kanseri oluşması riskini artırabiliyor.

Yapılan klinik çalışmalar, bağırsak mikrobiyotası ile idrar östrojenleri ve östrojen metabolitleri (idrarın incelenmesiyle tespit edilebilen, vücuttan atılması zor olan östrojen hormonlarının ölçülmesine yarayan test) arasında ilişkiler olduğunu gösteriyor. Buna göre, bağırsak mikrobiyotası östrojen serum seviyelerini düzenleme yeteneğine sahip.

Cantürk ve Özsaray, bağırsak mikrobiyotasının ayrıca aşırı yağlanma ve obezitenin gelişiminden de etkilendiğini vurgulayarak, aşırı kilolu ve obez kadınların, özellikle menopoz sonrası dönemde, sağlıklı kilodaki kadınlara kıyasla meme kanserine yakalanma riskinin daha yüksek olduğunun bilindiğini ifade etti.

Meme kanserinin halen kadınlarda en sık görülen kanser tipi olduğunu belirten Cantürk, ülkemizde ve dünyada kanserden korunabilmek için 5 davranışsal ögenin önemine dikkati çekti. Bunlar; “obeziteden kaçınmak, aşırı kilo almamak, beslenmemizde özellikle sebze meyve gibi posalı gıdaları tüketmek, spor yapmak, sigara ve alkol tüketmemek”. Cantürk’ e göre bunlar kontrol edebileceğimiz risk faktörleri ama kontrol edemeyeceğimiz risk faktörleri de var bunlardan en önemlisi, “kadın olmak”.

Menopoz döneminde kullanılan ilaçların meme kanseri için ciddi bir risk teşkil etmediğini vurgulayan Cantürk, bu konuda endişe edilmemesi gerektiği belirtti. 

Meme kanseri erkeklerde de görülüyor

Prof. Dr. Nuh Zafer Cantürk, yaşam boyunca her 8 kadından birinde meme kanseri görülme riskinin olduğunu ama bunun sokakta gördüğümüz her 8 kişiden birinde görüleceği anlamına gelmediğini belirterek panik yaratılmaması gerektiğini vurguladı.

“Her 100 meme kanserinden bir tanesi de erkeklerde karşımıza çıkıyor.” diyen Cantürk, şunları kaydetti:  

“Ailede görülmesi önemli bir risk faktörü ama meme kanserlerinin yüzde 10'u ailesel geçişlidir. yüzde 90'ı sporadik dediğimiz tek o kişide görülür zaten. Bazen hastalar geliyor ‘bizim ailemizde meme kanseri var büyük risk altındayım’ diye. Meme kanserinin ailesel geçişinden bahsedebilmemiz için ailede birinci derecede yakınlarından kim? Bu birinci derece, yani annesi, kız kardeşi, ikiz kardeşi olması gerekiyor. Meme kanseri özellikle yumurtalık kanseri pankreas kanseri gibi kanserler ile aynı grup içerisinde sokulabilir. Erkek bir akrabada meme kanseri görülmüş olması önemlidir.” (Bilimin Kamusal İletişimi (bil-ki) TÜBİTAK 1001, proje no: 123K063)